2 Ekim 2014 Perşembe

Can Kırıkları...






Bir sıcak kahvesi, bir de dumanı tüten sigarası vardı yanında... Yalnız ve kırılgan hissediyordu. Kendine kızıyordu aslında. Hem de çok kızıyordu. Kendine her serzenişde bulunduğunda, dumanı tüten sigarasından bir nefes daha alıyordu. Sanki aldığı her nefes onu sakinleştirebilecekmiş gibi... Belki de böyle avutuyordu kendini...

Yüreğinde kopan fırtına, şehrin havasına da yansımış, kasvet her yeri sarmıştı. Cama düşen yağmur damlaları içine akıp, gözlerinden süzülüyordu. Öfkesi arttıkça, şimşekler toprağa daha sık düşüyordu sanki. Ardından her fırtına sonrasında olduğu gibi sakinlik kaplıyordu benliğini...

Düşünüyordu tüm hayatını. Kimler gelip geçmişti hayatından... Yaşadıklarını ve yaşanmışlıklarını düşündü. Sonuç hep aynıydı. Dönüp dolaşıp yine kendine yükleniyordu.

Bütün renkleri çok severdi ama pembenin yeri başkaydı onun için.Belki de bu yüzden toz pembe görüyordu her şeyi. Sevmek ve sevilmek onun için çok değerli duygulardı. Herkesi tanımak, sevmek ve sevilmek istiyordu. Sevdiklerine karşı verdiği sevgide cömertti de... Yalanı sevmez, gizli saklı yaşamayı ise hiç bilmezdi. Birini tanıyıp sevdiğinde, o, onun için aileden olurdu. Kim yardımına ihtiyaç duysa, o hep orada olurdu. “Her insanın içinde iyilik de, kötülük de vardır.Tercih ettiğin taraf senin nasıl biri olduğunu belirler. Herkes seçimini iyilikten yana yapsa, dünya daha yaşanır bir yer olur.” derdi hep...

Hayatını ardına kadar sevdiklerine açmanın bir bedeli olacağını düşünmezdi bile... Ama o da bunu yaşayarak öğrendi. Beş parmağın beşinin bir olmadığını öğrendiği gibi, kimsenin kendi gibi olmadığını biliyordu elbette. Sadece onlara, canını acıtacak sözleri sarfedebilme hakkını ne ara verdiğini anlayamıyordu. Ne kadar güçlü görünse de o da kırılgandı. Herkes gibi onun da duyguları, alındığı, kırıldığı şeyler vardı. İnsanlara koşulsuz değer vermesi, onların tüm hayatına karışması anlamına gelmemeliydi.

Yine de kendi içinde, kendinden de öte biri vardı, hükmü geçmiyordu. Ne kadar kırılsa da belli etmiyor, kırgınlığının üstüne bir sünger çekiyordu.Unuttuğu yada görmemezlikten geldiği bir şey vardı. Çekilen sünger kırgınlığının izlerini gerçekten de kapatıyor muydu, yoksa bir sonraki kırgınlıklarla buz dağının arkasında mı birikiyordu? Hesaba katmadığı, ötelediği duygular vardı hayatında...

İçinde yaşadığı fırtınalara, kızgınlıklara, kırgınlıklara inat yine de vazgeçemiyordu iyiliğinden. Kendi kendinin yarasını sarıp yeni güne sımsıkı sarılıyordu yine...

Sigarasından son bir nefes çekip, kafasını kaldırdığında bulutların dağılmış olduğunu gördü.O an buruk bir tebessüm yerleşti yüzüne... İşte yine yapmıştı...Yine süngeri çekmişti her şeye... Sigarasını söndürüp kalktı, verandaya çıktı ve umut dolu toprak kokusunu içine çekti...



1 yorum: