Bir sıcak kahvesi,
bir de dumanı tüten sigarası vardı yanında... Yalnız ve
kırılgan hissediyordu. Kendine kızıyordu aslında. Hem de çok
kızıyordu. Kendine her serzenişde bulunduğunda, dumanı tüten
sigarasından bir nefes daha alıyordu. Sanki aldığı her nefes onu
sakinleştirebilecekmiş gibi... Belki de böyle avutuyordu
kendini...
Yüreğinde kopan
fırtına, şehrin havasına da yansımış, kasvet her yeri
sarmıştı. Cama düşen yağmur damlaları içine akıp,
gözlerinden süzülüyordu. Öfkesi arttıkça, şimşekler toprağa
daha sık düşüyordu sanki. Ardından her fırtına sonrasında
olduğu gibi sakinlik kaplıyordu benliğini...
Düşünüyordu tüm
hayatını. Kimler gelip geçmişti hayatından... Yaşadıklarını
ve yaşanmışlıklarını düşündü. Sonuç hep aynıydı. Dönüp
dolaşıp yine kendine yükleniyordu.
Bütün renkleri çok
severdi ama pembenin yeri başkaydı onun için.Belki de bu yüzden
toz pembe görüyordu her şeyi. Sevmek ve sevilmek onun için çok
değerli duygulardı. Herkesi tanımak, sevmek ve sevilmek istiyordu.
Sevdiklerine karşı verdiği sevgide cömertti de... Yalanı sevmez,
gizli saklı yaşamayı ise hiç bilmezdi. Birini tanıyıp
sevdiğinde, o, onun için aileden olurdu. Kim yardımına ihtiyaç
duysa, o hep orada olurdu. “Her insanın içinde iyilik de, kötülük
de vardır.Tercih ettiğin taraf senin nasıl biri olduğunu
belirler. Herkes seçimini iyilikten yana yapsa, dünya daha yaşanır
bir yer olur.” derdi hep...
Hayatını ardına
kadar sevdiklerine açmanın bir bedeli olacağını düşünmezdi
bile... Ama o da bunu yaşayarak öğrendi. Beş parmağın beşinin
bir olmadığını öğrendiği gibi, kimsenin kendi gibi olmadığını
biliyordu elbette. Sadece onlara, canını acıtacak sözleri
sarfedebilme hakkını ne ara verdiğini anlayamıyordu. Ne kadar
güçlü görünse de o da kırılgandı. Herkes gibi onun da
duyguları, alındığı, kırıldığı şeyler vardı. İnsanlara
koşulsuz değer vermesi, onların tüm hayatına karışması
anlamına gelmemeliydi.
Yine de kendi
içinde, kendinden de öte biri vardı, hükmü geçmiyordu. Ne kadar
kırılsa da belli etmiyor, kırgınlığının üstüne bir sünger
çekiyordu.Unuttuğu yada görmemezlikten geldiği bir şey vardı.
Çekilen sünger kırgınlığının izlerini gerçekten de
kapatıyor muydu, yoksa bir sonraki kırgınlıklarla buz dağının
arkasında mı birikiyordu? Hesaba katmadığı, ötelediği duygular
vardı hayatında...
İçinde yaşadığı
fırtınalara, kızgınlıklara, kırgınlıklara inat yine de
vazgeçemiyordu iyiliğinden. Kendi kendinin yarasını sarıp yeni
güne sımsıkı sarılıyordu yine...
Sigarasından son
bir nefes çekip, kafasını kaldırdığında bulutların dağılmış
olduğunu gördü.O an buruk bir tebessüm yerleşti yüzüne...
İşte yine yapmıştı...Yine süngeri çekmişti her şeye...
Sigarasını söndürüp kalktı, verandaya çıktı ve umut dolu
toprak kokusunu içine çekti...
güzeldi...
YanıtlaSil